Sürpriz Karar Yasağı ve Belirsiz Alacak Davası İçtihadı

Bu yazımızda 22.Hukuk Dairesi ile birleşen Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin sürpriz karar yasağı ilkesi gereğince belirsiz alacak davası konusundaki görüş farklılıklarını nasıl aşacağını anlatan kararı incelenmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kapsamında hukuk ve ceza dairelerinin mevcut iş ve kadro durumlarının incelenmesi sonucu 13., 19., 20., 21. ve 22. hukuk daireleriyle 17., 18. ve 20. ceza dairelerinin kapatılmasına karar vermiştir. Bu kapsamda, 13., 21. ve 22. hukuk daireleri ile 20. Ceza Dairesi 2 Eylül tarihi itibari ile kapatılmış, işçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin davaları incelemekle görevli Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin çatısında birleşmiştir.

Uygulamada bilindiği üzere Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile 22. Hukuk Dairesi arasında birbiri ile benzer nitelikteki davaların temyiz incelenmesinde birçok içtihat farklılıkları bulunmaktadır. Bu içtihat farklılıklarından en önemlisi; dairelerin belirsiz alacak davalarına ilişkin neredeyse birbirine zıt nitelikteki kararlarına ilişkindir.

Birleşme kararından önce Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, işçilik alacağı taleplerini neredeyse de facto olarak belirsiz alacak davası olarak nitelendirmekte, işçi lehine yorum ilkesini sınırsız bir şekilde genişleterek alacağın belirlenebilir nitelikte olmasına rağmen belirsiz alacak davası açılmasına müsaade eden kararlar vermekteydi. İşçinin tüm ödemelerinin bankadan yapıldığı, taraflar arasında ücret ihtilafının olmadığı davalarda işçinin alacak taleplerini belirsiz alacak davası açması durumunda da Yargıtay 9. Hukuk Dairesi direkt olarak davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi yerine bu durumun tamamlanabilir bir dava şartı olduğunu belirterek davacıya alacağını belirli hale getirmesi için süre verilmesi gerektiği görüşünü benimsemekteydi. (Burada medeni usul hukukunun temel ilkelerinden biri olan “taleple bağlılık ilkesi”nin dikkate alınmadan Mahkeme kanalıyla dava türünün değiştirilmesi gibi son derece hatalı bir yolun izlendiğini özellikle belirtmek gerekir.) Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise (birleşmeden önce) bu hususa ilişkin olarak bir talebin belirsiz alacak davası kabul edilip edilmeyeceğinin talebin türüne göre kategorize edilemeyeceğini, değerlendirmenin her bir  somut olaya göre ayrı ayrı yapılması gerektiğini, alacağın belirlenebilir ve hesaplanabilir olduğu bir durumda belirsiz alacak davasının şartları oluşmadığından davanın hukukî yarar yokluğundan dava şartı sebebiyle reddedilmesi gerektiğini hukuki yarar yokluğunun sonradan tamamlanabilir nitelikte bir dava şartı olmadığı gerekçe göstererek buna göre karar vermekteydi.

Birleşme kararından sonra bu neredeyse birebir zıt içtihatlar hususunda nasıl bir yol izleneceği uygulamada tartışmaların başlamasına sebebiyet vermişti. Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 14.09.2020 tarihinde bu zamana kadar emsali görülmemiş bir şekilde önceden tarafları uyarma amacını da misyon edinerek bu husustaki tartışmaları sona erdirecek bir karar vermiştir.  Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 14.9.2020 tarihli ve E. 2016/26476 K. 2020/7547 sy  ilgili kararında;

“…Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere veya yargılama ile belirlenecek ise kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden aynı Dairenin görev alanındaki bölgelerden gelen dosyalarda birleşme öncesi uygulamalarına güven duyularak açılan davalarda aynı Dairenin önceki uygulamalarına devam edilecektir.

Hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri ve sürpriz karar verme yasağı gereği birleşme tarihinden önce yukarıda belirtilen esasları dikkate alan ilk kararın Yargıtay Kararları Dergisi veya başkaca yolla yayını tarihinden sonra açılan davalarda belirtilen ilkeler uygulanacaktır. Başka bir anlatımla açıklanan kararın yayınından önce açılan davalarda her iki Daire görev alanına giren bölgelerde verilen kararlar bakımından Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin önceki uygulamalarına devam edilecektir.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça kıdem tazminatı, fazla çalışma, fazla çalışma alacağının %5 fazlası, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil alacakları talep edilerek belirsiz alacak davası açılmıştır. Davanın açıldığı tarihte kıdem tazminatı miktarı belirlenebilir olduğundan belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak yukarıda açıklandığı üzere Yargıtay 9.Hukuk Dairesi tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden Dairenin görüşüne güvenilerek belirsiz alacak şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalılar vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenlere yükletilmesine, 14.9.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” şeklinde hüküm tesis etmiştir.

Kararda açıkça kıdem tazminatı alacağının belirlenebilir nitelikte olduğu, belirsiz alacak davasına konu olamayacağı açıkça saptanmışken “hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik” ilkesi gözetilerek bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Yargıtay’ın sürpriz karar verme yasağı kapsamında vermiş olduğu bu karar incelenmeye değerdir. Ancak öncelikle sürpriz karar yasağı kavramının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Sürpriz karar yasağı, yargılamanın taraflarının mevcut hukuki normlar, uyuşmazlıkla ilgili yerleşik görüş ve içtihatlar doğrultusunda davanın seyrini az çok tahmin edebilmesi, tarafların öngöremeyecekleri, o zamana kadar ki içtihatlarla ve yerleşik görüşle ilgisi bulunmayan bir kararla karşılaşmamalarıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus sürpriz karar yasağının bir davanın henüz görülmeden yahut tahkikat aşamasında hangi yönde karar çıkacağının kesin bilmesini gerektirmemesidir. Herkes dava açarken yahut savunmalarını oluştururken bir risk alır. Ama burada tarafın dosya sunmuş olduğu delil, beyan ve itirazları kapsamında içtihata uygun bir dava süreci yürüttüğünde bu içtihatla hiçbir ilgisi bulunmayan şok edici bir kararla karşılaşması durumu vardır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de ilgili içtihatında önceki yargı kararlarına güvenerek davasını belirsiz alacak davası olarak ikame eden davacıyı sürpriz bir karardan korumayı amaçlamıştır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bu kararı bireylerin yargılamaya olana güvenlerinin ve adalete olan inançlarının zedelenmemesi yönünden iyi niyetli ve birçok tartışmanın sonunu getirecek bir karardır. Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin belki de bu süreçten sonra ciddi bir özeleştiri de yapması gerekmektedir. Yıllardır büyük tartışmalar yaratan bir hususta Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin tüm haklı gerekçelerini de aslında görmezden gelip kanunda var olmayan bir usulü uygulamaya tarafları zorlamıştır. Her ne kadar işçi ve işveren arasındaki iş ilişkisinde zayıf olan taraf davacı konumunda olan işçi olsa da davalı tarafta bulunan işverenin de hukuka uygun ve adil yargılanma hakkı bulunmaktadır. Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi bu durumu göz önüne almaksızın davacının neredeyse dava öncesi işverene keşide edilen ihtarnamelerinde küsuratına kadar talep miktarları yazılı iken açılan belirsiz alacak davalarında hukuki yararın var olduğu kanaatine varmıştır. Kanaatimizce aslında bugüne kadar sürpriz kararla karşılaşan taraf davalı konumunda olan işverenler olup kusurlu olan taraf 9. Hukuk Dairesi’dir. Umarız bu içtihatla da amaçlanan hukuki öngörülebilirlik ilkesi, belirlilik ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkı gözetilerek sürdürülen adil bir yargılamanın tesisi bu süreçten sonra sağlanabilir.

Sonuç

İlgili karardan sonra içtihat oluşturmak ve temyiz incelemesi yapmakla görevli Yargıtay daireleri yerleşik bir içtihatlarından dönerse bu içtihata güvenerek dava tesis eden ve savunmalarını oluşturan tarafların güvenleri zedelenmeyecek, adil yargılanma ve hukukî dinlenilme hakkına uygun olarak “sürpriz karar verme yasağı” dikkate alınarak karar tesis edilecektir. Buna göre davanın açıldığı tarihten sonra uyuşmazlığa ilişkin içtihatta bir değişikli olsa da eski içtihat hükümlerine göre karar verilecektir. Ancak davanın açılmadan önce içtihat değişikliği gerçekleşmiş ise eski içtihat esas alınarak karar verilemeyecektir. Çünkü, bu halde taraflar dava açılmadan önce eski içtihadın dayanağının kalmadığını bilebilecek durumdadır.

Belirsiz alacak açısından ise, artık iş hukuku kaynaklı alacakların belirli bir kısmının kategorik olarak belirsiz alacak davası olarak kabul edilmeyeceği her somut olay özelinde dava şartının oluşup oluşmadığının tüm alacak kalemleri bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği açığa kavuşmuştur.

Buradaki en önemli ayırım artık belirsiz alacak davası açabilmek için alacak miktarının uyuşmazlık konusu olması yeterli olmayacak, alacağın değerini belirlemede objektif bir imkânsızlığın olması gerektiği göz önünde bulundurulacaktır.

Somut olay özelinde ayrı ayrı değerlendirilecek ise de, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları gibi alacaklar işçi tarafından bilinir ve belirlenebilir alacak kalemlerinden olup kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak eğer işçiye birtakım sosyal haklar sağlanıyor (yemek yardımı, yol yardımı, özel sağlık sigortası vb.) ve bunların miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre  belirlenebiliyorsa kıdem ve ihbar tazminatı da belirsiz alacak davasına konu edilebilecektir.

Eğer davacı belirsiz alacak davasının şartları oluşmaksızın davayı bu şekilde açarsa direkt olarak hukukî yarar yokluğu sebebi ile dava usulden reddedilecektir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin eski uygulaması gibi bunun tamamlanabilir bir dava şartı olduğu ve süre verilerek davanın türünün kısmi dava olarak olarak değiştirilmesi mümkün olmayacaktır.

Yargıtayın ilgili kararında 7251 sayılı Kanun yolu ile  HMK m. 107’de yapılan değişikliğe ilişkin de açıklamada bulunmuştur. Buna göre belirsiz alacak davası şeklinde açılan davalarda hakim tahkikat esnasında alacağın belirlenebilir hale geldiği zamanda davacı tarafa süre vererek alacağını belirlemesini hatırlatacaktır. Bu hatırlatma kesinlikle başta şartları oluşmamış belirsiz alacak davasının şartlarının tamamlanmasına ilişkin bir durum olmayıp sadece dava açılırken belirsiz olan miktarın belirlenebilir hale geldiğinde talebin de belirlenmesine ilişkindir.

 Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 14.9.2020 tarihli ve E. 2016/26476 K. 2020/7547 sy kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.

         Av. Burçak Kandemir

            Okyay | Evren  

 Avukatlık & Arabuluculuk Ofisi

         www.okyayevren.com

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir